Gönderen Konu: Şefaat ve Tevessül  (Okunma sayısı 4092 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Sabuni

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48
Şefaat ve Tevessül
« : 15 Mart 2012, 10:58:54 »

Ali EREN
 
Şefaat ve tevessül…
 
Bu iki kelime mânâ bakımından birbirinden ayrı gibi gözükse de, her ikisi de Peygamberimiz’le ve İslam büyükleriyle tevessül ve onların yardımlarını istemek mânâsına geldiklerinden aslında aynıdırlar.
 
Bu iki hususun başka bir cihetten bir yakınlığı daha var. O da şudur: Bunlardan birini inkâr edenler diğerini de yani şefaatı inkar edenler tevessülü de inkar ediyorlar. Onun için, birçok kitapta tevessül şefaatla yanyana anlatıl-maktadır.
 
Hadis-i şerifte haber verildiği-ne göre, âhirette sıkıntıya düşen insanlar Peygamberimiz’den yar-dım isteyeceklerdir. Bu da şefaat ve tevessülün hak ve gerçek olduğunun bâriz bir delilidir. Mah-şerde halk şiddetli bir sıkıntıya düşüp Âdem Aleyhisselam’dan başlayıp sırasıyla büyük peygamberlerden medet dileyip en sonunda Peygamberimiz’e müra-caat edecekler, Peygamberimiz de şefaatte bulunacak ve böylece Resûlüllah efendimizin büyüklüğü bilfiil herkes tarafından anlaşılmış olacaktır.
 
Şefaat hakkındaki hadis-i şerifler ile ilgili rivâyetler o kadar çoktur ki bunlar tevatür derecesine ulaşmıştır. Bu hususta, Kadı İyaz’ın Eş-Şifâ fî Hukûki’l-Mustafa’sında, Hâfız Münzirî’nin Et-Terğîb ve’t-Terhîb’inde, İmam Sükî’nin Şifâü’s-Sikâam’ında, Ve-liyyü’ddin Tebrizî’nin Mişkâtü’l-Mesâbih’inde, İmam Kastalânî’nin El-Mevâhibü’l-Ledünniyye’sinde, Hâfız Süyûtî’nin Câmiüs’-Sağîr’in-de bu hususta bir hayli malûmat bulunuyor.
 
Ebû Hüreyre radıyallâhü anh’in rivâyetinde, Peygamberimiz mah-şerdeki sıkıntıyı anlatıyor. Hadiş-i şerife göre, insanlar düz ve geniş bir alana, mahşer yerine toplanır-lar. Güneş iyice yaklaştırılır. İnsan-lar tahammül edemeyecekleri bir sıkıntışa düşerler. Bu sıkıntıdan kurtulmak için bir şefaatçi ararlar. Bazıları, insanlığın babası Âdem Aleyhisselam’a gidip bu sıkıntıdan kurtulmak için ondan şefaat istenmesinin uygun olacağını söy-ler.
 
Bunun üzerine insanlar Âdem Aleyhisselam’a giderler ve içinde bulundukları sıkıntıdan kurtulmaları için kendileri hakkında Allah’a şefaatte bulunmasını isterler. Â-dem Aleyhisselam, cennette kendi-sine yasak edilen meyveden yediği için kendi namına korktuğunu, kendi nefsini düşündüğünü ve şefaat edemeyeceğini söyleyip in-sanları Nuh Aleyhisselam’a gön-derir.
 
Nuh Aleyhisselam da mazeret beyan ederek İbrahim Aleyhisselam’a gönderir. İbrahim Aleyhnisselam Musa Aleyhisse-lam’a, Musa Aleyhisselam İsa Aleyhisselam’a ve nihayet Îsa Aleyhisselam Peygamberimiz’e gönderir.
 
Peygamberimiz Arş’ın altına varıp secdeye kapanır. İnsanlara şefaat eder. Ve şefaatı kabul edilir…
 
Peygamberler, esas şefaat sahi-binin son peygamber olan sevgili resûlümüz olduğunu elbette biliyor-lar. Buna rağmen, insanları önce diğer peygamberlere göndermelerinin sebebi, Peygam-berimiz’in şeref ve değerini ortaya çıkarmak içindir.
Bu halin âhirette yaşanacağını bu hadis-i şeriften bilen kimselerden de muhakkak ki Hazreti Âdem, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’ya gidecek olanlar olacaktır. Fakat Hazreti Allah büyük şefaat sahibinin Peygamberimiz olduğunu ortaya çıkarmak için o zaman onlara bunu unutturacaktır.
 
Âhirette böyle olacağı, hadis-i şerifle sabittir. İnsanların o gün peygamberlere müracaat edecek olmaları, onlarla tevessülün de açık bir delilidir.
 
Tirmizî, İbni Abbas radıyallâhü anhin rivâyetine göre şu hadis-i şerifi tahric ediyor:
 
“Ashabı kiram oturmuş, kendi aralarında konuşurlarken, Resû-lüllah, (s.a.v.) onlara yaklaştı ve konuşmalarını dinledi. Bir kısmı şöyle diyordu:
 
“Allah gerçekten İbrahim’i dost edindi.”
 
Başka biri,
 
“Musa’ya kelamı ile konuştu” diyordu.
Bir başkası,
 
“İsa Allah’ın kelimesi ve ruhudur.”
 
Başka biri,
 
“Allah Âdem’e imtiyaz verdi.”
 
Resûlüllah onlara yaklaştı ve şöyle buyurdu:
 
“Konuşmalarınızı işittim. Söy-ledikleriniz aynen öyledir. Dikkat ediniz! Ben de Allah’ın habibiyim. Bunda öğünmek yoktur.
Kıyamet günü Livâül hamd sancağını taşıyacak olan benim. Âdem de başkaları da bu sancağın altında olacaktır. Bun-da övünmek yoktur.
Kıyâmet günü ilk şefaat ede-cek ve şefaati ilk kabul olunacak olan benim.
 
Ben cennet kapılarının halka-larını ilk tıkırdatacak olanım. Allah benim için cennetin kapısı-nı açtırır. Beni ve benimle bera-ber olan mü’minleri cennete ko-yar. Bunda da övünmek yoktur.
 
Ben öncekilerin de sonrakilerin de Allah indinde en şerefli olanıyım. Bunda da övünmek yoktur.”
 
Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, “Benim şefaatım üm-metimden büyük günah sahiple-rine olacaktır” buyurmuştur. Evet, esas ana ve büyük şefaat, günahkâr mü’minlerin cehennemden kurtulmaları için olacaktır. Fakat şefaaatın başka kademeleri de vardır. Ezcümle şefaat beş kademedir:
 
1- Mahşer korkusundan rahatlatmak için şefaat.
2- Hesaba çekilen ve azabı hak eden günah-ı kebâir sahibi mü’min-lerin, azap olunmadan cennete konulmaları için şefaat.
3- İsyankâr mü’minlerden ce-henneme atılanların cehennemden çıkarılmaları için şefaat.
4- Bir kısım mü’minlerin hiç hesaba çekilmeden cennete konul-maları için şefaat.
5- Cennetteki mü’minlerin dere-celerinin yükseltilmesi için şefaat.
***
Peygamberimiz’le tevessül et-mek, daha O dünyaya gelmeden çok önce de vardı. Şöyle ki:
 
Âdem Aleyhisselam, cennette kendisine yasak edilen meyveden yeyip dünyaya indirildiğinde, bu hatasından dolayı çok gözyaşı döküp istiğfar etmişti. “Yâ rabbi, eğer beni affetmemiş isen, Muhammed (s.a.v.) hakkı için affımı diliyorum” dedi. Hazeti Allah, (c.c.): “Yâ Âdem, ben onu henüz yaratmadım. Sen Muham-med’i nasıl biliyorsun? Dedi. Âdem Aleyhisselam şöyle cevap verdi: “Yâ rabbi, sen beni kudretinle yaratıp ruh verdiğinde başımı kaldırıp baktığımda Arş’ın ayaklarında lâ ilâhe illAllah Muhammedün Resûlüllah yazılmış olduğunu gördüm. O zaman zatının ismine yanına ancak yaratılmışların en sevimli-sinin yazılacağını anladım” dedi.
 
Bunun üzerine Cenab-ı Hak buyurdu ki: “Yâ Âdem doğru söyledin. Gerçekten o bana yaratılmışların en sevimlisidir. Onun hürmetine benden affını dilediğin zaman ben de seni affettim. Şayet Muhammed olmasaydı seni affetmezdim.” Bunu, Hakim’in sahih olduğunu kaydederek tahric ettiği hadis-i şeriften öğreniyoruz.
 
Resûlüllah Efendimiz vasıtasıyla istekte bulunmak, pek tabii ki bizzat ondan istekte bulunmak değil, Allah indinde yüce kıymet, büyük değer ve yüksek mevki sahibi olan O Hazret’in hatırına aslında Allah’tan istekte bulunmak-tır. Onun yüzü suyu hürmetine Allah’tan bir istekte bulunanın iste-diğine kavuşması, ona ait bir şereftir. Bunu inkâr edenler için bu inkârları hor ve hakir olmaları için yeterli bir sebebtir.
 
Tevessülün faydaları, Peygamberimiz’in hayatında da vefatından sonra da sık sık görülmüştür. Birgün, anadan doğma bir zat Peygamberimiz’e gelip, gözlerinin açılması için duâ etmesini istedi. Peygamberimiz de ona güzelce abdest almasını ve şöyle duâ etmesini söyledi:
 
“Ey Allahım, rahmet nebisi olan peygamberin Muhammed (s.a.v.) ile senin zatından istiyor ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed Aleyhisselam! İhti-yacımın giderilmesi için senin ile rabbime yöneliyorum. Ey Alla-hım, onu bana şefaatçı kıl.” Beyhakî bu hadisin sahih olduğu kaydını koyduktan sonra şu ilaveyi yapıyor: “O âmâ şahıs gözü görür halde ayağa kalktı.”
 
Korkarız ki, bu dünyada gözleri gördüğü halde şefaat ve tevessülü inkâr edenler, âhirette âmâ olarak haşrolunsunlar…
Peygamberimiz’in, kendisi duâ etmeyipte o âmâ zatın duâ etmesini istemesine dikkat etmek lâzım. Görüldüğü gibi, Resûlüllah Efendimiz o zata kendisi vasıta-sıyla yardım istemesini tarif etmektedir…
 
Büyük zatlarla tevessülün sade-ce o zatlar hayattayken olacağını, dolayısıyla vefatlarından sonra te-vessülün câiz olmayacağını söyle-yenlere şunu hatırlatmakta fayda var:
 
Ashabtan, bu göz açılma hadisinin râvisi olan Osman ibni Huneyf, (r.a.) Hazreti Osman radı-yallâhü anh Efendimiz’in halifeliği zamanında yani Peygamberimiz’in vefatından sonra, bir sıkıntısı olan bir kişiye bu duâyı öğretti. O kişi denileni yaptı ve o sıkıntısından kurtuldu ve ihtiyacı görüldü.
 
Vefatlarından sonra da tevessülün câiz olduğuna delillerden birisi de Peygamberimiz’in duâları-dır. Peygamberimiz sallallâhü aley-hi ve sellem bizzat kendileri “Ya rabbi, peygamberinin ve benden önceki peygamberlerin hakkı için…” diye duâ ettiği kesindir.
Bu duâdan, tevessül edenin, tevessül ettiğinden daha aşağı mertebede olmasının şart olmadığı da anlaşılıyor.
 
Peygamberlerle vesile etmek câiz olduğu gibi peygamber olma-yanlarla, velilerle tevessül etmek de câizdir.  Hazreti Ömer radıyal-lâhü anh efendimiz, yağmur yağ-ması için Hazreti Abbas’i vesile etmiş ve onun hürmetine yağmur yağdırılması için duâ etmiştir. Bu yaptığı da ashabı kiramdan hiç biri tarafından akla ve dine aykırı görülmemiştir. Bu hadise kendisin-den üstün olmayanlarla te-vessü-lün câiz olduğunun da delilidir. Buna ister tevessül, ister vesile, ister istiğâse isterse şefaat denil-sin. Hepsi de aynıdır. Bunların hepsi de câiz olup, müşriklerin başkasına ibâdet ederek Allah’a yaklaşmayı dilemesi kabilinden bir şey değildir. Çünkü müşriklerin yaptıkları küfürdür.
 
Müslümanlar ise tevessül, vesi-le, istiğâse ve şefaat ile Allah’tan başkasına ibâdet etmiyor, fayda ve zarar vermekte Allah’tan başka bir şeyi kabul etmiyorlar ki müşriklerle bir tutulsunlar.
 
Peygamberler ve evliyânın, ve-fatlarından sonra da imdat etme tasarrufları vardır. Çünkü onlar bizim keyfiyetini anlamadığımız bir şekilde câvidânî bir hayatla berzah hayatıyla diridirler. Namaz kılarlar, haccederler. Nitekim Peygamberimiz sallallallâhü aleyhi ve sellem, İsrâ yolculuğunda Musa Aleyhisselam’ı, kabri üzerinde kızıl topraklı bir tümsekte namaz kılarken gördüğünü haber vermiştir.
 
Peygamberlerin müslümanların imdatlarına yetişmeleri bir mûcize, evliyanınki ise bir kerâmettir. Islam inancına göre mûcize de kerâmet de hak ve gerçektir. Bunu nasip-sizlerden ve inancı bozuk olanlar-dan başkası inkar etmez ve etmemiştir. Allâme İbni Hacer, “Böylelerinin sonlarının kötü olacağından korkulur. Nitekim bir çok kimse bu hataya düşmüş ve helak olmuştur” demektedir.
 
Âlimlerin bildirdiğine gore, velile-rin ve diğer mü’minlerin ruhları ile kabirlerindeki cesetleri arasında bir irtibat vardır. Kabirdekilen kndilerini ziyarete gelenleri tanırlar. Canlıla-rın eziyet ve sıkıntı duydukları şeylerden onlar da eziyet ve sıkıntı duyarlar. Kabir/türbe ziyareti yapanları suçlayanlar büyük bir yanılgı içindedirler.
 
Çünkü bu zamana kadar peygamberlerin ve velilerin ölümünden sonra onları ilâh kabul eden tek bir müslüman çıkmamıştır. Maamafih, hıristiyan-lar Hazreti İsa’yı, gulât-ı şîa ise Hazreti Ali’yi ilah kabul etmektedir ama, bu yanlışlıklar müslümanları bağlamaz. Zaten onların sapıklıkla-rı, Hazreti İsa ve Hazreti Ali’nin kabirlerini  ziyaret etmekten dolayı da değildir. İnsanların kulluk bakımından en aşağıda olanları, Allahü Teâlâ’ya ortak koşan kâfirlerdir. Putlara tapanlar ile Hazreti İsa’yı ilah kabul eden


http://www.gurabamecmuasi.com/Dergi/13-sayi/100-sefaat-ve-tevessul.html

Çevrimdışı Sabuni

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48
Ynt: Şefaat ve Tevessül
« Yanıtla #1 : 15 Mart 2012, 11:02:27 »
ayrıca bu konu hakkında şu eserlerde mütalaa edilirse çok faydalar görülecektir.

1. selefiler ve vahhabilere rediiyeler=  Ali hocafçı

2. selefiler ve tasavvufçuların görüşleri= Ali hocaşfçı

3. Tevessülü inkar eden vahhabi fırkasına reddiyeler= AHMED İBNİ ZEYNİ ED-DEHLAN HAZRETLERİ K.S.

4.Tarikat-ı Aliyede Rabıta-i Celile= Cübbeli Ahmed Hoca