Gönderen Konu: Menkıbeler  (Okunma sayısı 59938 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #30 : 23 Mart 2011, 14:38:05 »

Abdülvahid Bin Zeyd meşhûr hadîs, fıkıh âlimi ve evliyânın büyüklerinden. Tebe-i tâbiînden olup, Basra'da yaşamıştır. Künyesi Ebû Beşr el-Basrî'dir. Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir. 793 (H. 177) veya 802 (H. 186)'de, bir rivayete göre de 805 (H. 189) senesinde vefât etmiştir.

Şöyle anlatmıştır:

   Bir defâsında Eyyûb Sahtiyânî ile bir yolculuğa çıkmıştık. Şam'a doğru bir müddet yol aldıktan sonra siyah renkli bir köleye rastladık. Bir odun dengini sırtına alıyordu. Köleye: "Senin sâhibin kimdir?" dediğim zaman; "Benim gibi bir kul!" cevabını verdi. Aslında, benim asıl sâhibim Allahü teâlâdır demek istedi. Sonra başını kaldırıp; "Ey yüce Rabbim! Şu odunlar altın olsun. Bunları altına çevir." diye duâ etti. Bir de baktık odunlar altın olmuş!
   Bize bakıp; "Görüyorsunuz değil mi?" diye sordu. "Evet görüyoruz." dedik.
   Sonra tekrar; "Allah'ım bu altınları tekrar odun haline çevir." diye duâ etti. Duâsı kabul olunup tekrar odun halini aldı. Sonra; "Âriflere sorunuz şüphesiz onların şaşılacak halleri bitmez, tükenmez." dedi. Eyyüb Sahtiyânî de şöyle demiştir: "Kölenin bu hâlinden ve sözünden dolayı hayretler içerisinde kaldım ve son derece mahcub olup utandım."
   Sonra köleye; "Yanında yiyecek bir şeyler var mı?" dedim. Bu sözüm üzerine eliyle işâret etti. Bir de baktık ki, önümüze bir cam kap içerisinde bal geldi. Balın rengi kardan beyaz, kokusu miskten güzeldi. Bize; "Yiyiniz! Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu bal arının yaptığı bal değildir." dedi. Hayâtımızda bu baldan daha tatlı ve lezzetli bir şey yememiştik. Bu işe çok şaştık. Köle sonra bize:
   "Allahü teâlânın yarattığı böyle hallere şaşanlar ârif değildir. Kim bu işlerden dolayı şaşarsa, Allah'tan uzaktır. Kim de bu hârikulâde işleri görerek bu sebeple ibâdet ederse, şüphesiz o da câhildir." dedi.

ARİF NİNE
   Yine şöyle anlatmıştır: Bir defâsında Beyt-i Mukaddese gitmek üzere yola çıktım. Fakat yolu şaşırdım. Nereden gideceğimi bir türlü bilemedim. Bu şaşkın halde karşıma bir kadın çıktı. Bana yaklaştı; "Ey garib kimse, yolunu mu şaşırdın?" diye sordu. Sonra: "Allahü teâlâyı tanıyan kimse nasıl garib olur? O'nu seven nasıl yolunu şaşırır?" dedi. Sonra da bana elindeki değneği uzatıp; "Bu asânın ucundan tut, önümden yürü." dedi. Asânın ucundan tutup önünde yürümeye başladım. Yedi adım kadar yürüdüm ve kendimi Mescid-i Aksâ'da buldum. Gözlerimi oğuşturarak kendi kendime; "Herhalde yanlış görüyorum, nasıl olur?" dedim. Bunun üzerine bana yol gösteren kadın; "Ey kişi! Senin yürüyüşün zâhidlerin, benimki de âriflerin yürüyüşüdür! Zâhid yürüyerek, ârif ise uçarak gider. Yürüyerek giden uçarak gidene nasıl ulaşabilir?" dedi ve gözden kayboldu. Onu bir daha hiç görmedim.


Çevrimdışı serifefr

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 11
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #31 : 30 Mart 2011, 16:18:22 »
<<<<COCUKLAR ICIN NASIHAT YERINE ORNEK DAVRANIS>>>>


Dünyaya gelen çocuk, gerek çocuklugunda gerekse yaşaminin ilerleyen dönemlerinde çevresindeki olumlu ya da olumsuz davranişlardan etkilenir Bu nedenle çocugu etkileyecek en önemli araç onun yaninda gerçekleştirilecek dogru davranişlardir.

Bu açidan çocuklar şefkat ve sevgi ortaminda büyütülmeli ki, kişiligi ve yapisi ona göre oluşsun.Kur'an-i Kerim'de, "Hani lokman ogluna şöyle demişti "Yavrum! Allah'a ortak koşma! cünkü ortak koşmak elbette büyük bir zülümdür."(Lokman,31/13). sonra ki ayette "insana da anne babasina iyi davranmasini emrettik.

Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karninda taşimiştir. Onun sütten kesilmesi de iki yil içinde olur. (Işte onun için) insana şöyle emrettik:  

"Bana  ve anne babana şükret.dönüş banadir."(lokman,31/14)buyurmaktadir.Cocuk egitimi konusunda Hz.peygamberimizi örnek almaliyiz.O, çocoklara boş ve yalan vaadlerde bulunulmamasi yônünde ümmetini uyarmaktadir:

Abdullah b.Amir'i Rasulullah'in yanindayken annesi "gel sana hurma verecegim" diye çagirir.Bunun üzerine Hz peygamber; eger oglun yanina geldiginde ona bir şey vermeseydin amel defterine bir yalan yazilacakti" buyurdmuştur. (Ebu Davud,"edeb",88)

« Son Düzenleme: 30 Mart 2011, 18:37:50 Gönderen: Tuğra »

Çevrimdışı fesleğen

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 2
Sîneme Sapladın Okları
« Yanıtla #32 : 24 Mayıs 2011, 11:21:26 »
Şeyh efendinin yanına dervişi geliyor, çehresi çok değişmiş bir halde. “N’oldu evladım” diyor. “Sormayın efendi hazretleri” diyor, “pazar yerinden geliyordum, zat-ı âliniz hakkında öyle konuşuyorlar ki, siz böyle böyle yapmışsınız güya, sonra böyle böyle yapmışsınız, bunları konuşuyorlar”. Şeyh efendi ne diyor biliyor musunuz? “Ah evladım” diyor. “Sîneme sapladın okları, Allah seni ıslah etsin, Allah sana hidayet etsin”. “Efendi hazretleri ben söylemiyorum bunları“ diyor derviş. “Böyle bir hadise var, hatta ben üzüntümü paylaşayım diye…”  “Oğlum o dışarı atılmış, sokağa atılmış bir oktu. Sen aldın onu pazardan getirdin kalbime sapladın” diyor. “Niye taşıyorsun bunu bana. O dışarı atılmıştı. Ben duymasam mesele yoktu. Bunu getiren sensin. Ha o saplamış, ha sen saplamışsın. İkiniz müsâvisiniz gözümde” diyor.


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #33 : 07 Mart 2012, 02:05:56 »
Cebrail (a.s.)'ın Hocası
Birgün Server-i Enbiyâ “s.a.v.” mescidde oturmuş idi. Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Sultân-ı Enbiyâ, hazret-i Cebrâîl ile söyleşirdi. Eshâb-ı kirâm mescide gelip, Seyyid-i kâinâtı meşgûl görüp, bildiler ki, hazret-i Cebrâîl ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Alî “r.a.” içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osmân “r.a.” gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr “r.a.” gelip selâm verdikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm ayak üzerine kalkdı. Sultân-ı Enbiyâ hazretleri de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kirâm, Server-i kâinâtı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zîrâ Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu husûsu, hazret-i Resûl-i ekremden sordular.
Buyurdular ki:
- Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîka ta’zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, yâ kardeşim Cebrâîl, Ebû Bekre ne için ta’zîm etdiniz, diye sordum.
Dedi ki:
- Yâ ResûlAllah! Ebû Bekre ta’zîm bana vâcibdir. Zîrâ Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum,
- Neden dolayı hocandır.
Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki:
- Yâ Muhammed “sallAllahü aleyhi ve sellem”! Hak Sübhânehü ve teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zemân, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hâtırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zîrâ ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zemân ki, Ebû Bekrin rûhu arş altında nûrdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin rûhu çıkdı.
Bana dedi ki,
- Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhâlefet etme. Bunu üç kerre tekrârladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitdi. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblîse intikâl edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel’ûn oldu ve ben de ebedî se’âdete kavuşdum. Yâ Muhammed “sallAllahü aleyhi ve sellem”! Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.
Kaynak:
Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #34 : 07 Mart 2012, 02:06:44 »
Berberin İhlâsı 
Birisi ona gelir sorar: “İhlâsı kimden öğrendiniz?”
-Mekke-i Mükerreme’de harçlıksız kalmıştım. Basra’dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim “Peşin peşin söyliyeyim param yok” dedim, “Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?” Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti. Berber “Kusura bakmayınız efendim” dedi, “sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi” Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm. “Asla alamam” dedi, “İnan Allah’ın rızası, daha değerli”
Meclisine gelenlerden biri mübareği denemek ister. Aklınca zor bir soru hazırlar ve sorar. Mübarek “sözle mi cevap verelim” der, “yoksa halle mi?”
-İkisi de olsun.
-Eğer kendi kendini deneseydin, bizi denemeye lüzum görmezdin. Kalbindeki değişimi de mi farketmedin?
-Peki hâl ile cevabınız nasıl olacak?
-Yüzüne bak anlarsın.
Adam aynayı eline aldığında kendini tanıyamaz, çünkü yüzü simsiyahtır. Üstelik bu yola olan muhabbetinden eser kalmamıştır ki bu tard oldu demektir. Büyükleri incitmek böylesine korkunç bir cürettir işte.
Aradığına bağlı
Adamın biri Cüneyd-i Bağdadi’ye gelip “Nerede o eski kardeşlikler” der, “Hani, Allah için sevenler?”
-Eğer sıkıntılarına katlanacak birini arıyorsan bulamazsın ama sıkıntılarına katlanacağın dostlar arıyorsan çoktur.
Cüneyd-i Bağdadi’nin talebelerinden biri şeytanın vesveselerine kapılıp kemâle geldiğini zanneder. Birbirinden cazip rüyalar görmeye başlar ve bunları arkadaşlarına da nakleder. Cüneydi Bağdadi Hazretleri onun durumuna çok üzülür. Talebesinin ayağına kadar gider ve “Eğer rüyanda seni cennete götürürlerse üç defa ‘La havle...’ oku” diye tenbih eder. Hakikaten o gece rüyasında onu alıp cennete götürürler. Aklına hocasının sözü gelir. “La havle...” okuduğu anda kendini çöplükler, pislikler içinde bulur. İçine düştüğü durumu anlar ve tevbe eder. Mübârek, “Herkese bir mürşid-i Kâmil lâzımdır” der “aksi halde mel’ûn şeytan musallat olur ve oyuncak eder.”
Talebelerinden biri sorar: “Hiç ibadet ve tâat yapmadan Allah’ın (Celle Celalüh) lütfuna kavuşmak mümkün müdür?
-Zaten gelen bütün nimetler Allah’ın lütfudur. Bizim gibi acizlerin ibadetlerinden ne olsun.
Son nefes, zor nefes
Mübarek vefat edeceği gün çok korkulu ve üzgündürler. Yüzleri kül gibi olmuş rengi uçmuştur. Talebeleri bu halden çok ürkerler. Hatta içlerinden biri “Aman efendim” der, “biz sizin şefaatiniz ile kurtulmayı ümid ediyoruz. Eğer siz bu kadar sıkıntı çekerseniz bizim halimiz nice olur?
-Ey dostlarım yetmiş yıllık ibadetimi kıldan ince bir ipe astılar. Kâh o yana, kâh bu yana sallanıyor ve ben bu esintinin kabul yeli mi, red rüzgârı mı olduğunu bilemiyorum.
Naaşını yıkayan talebesi su ulaştırmak için mübarek gözlerini aralamaya çalışır. Melekler dile gelir, “Kendini yorma” derler, “Cüneydin gözü Allah’ın zikri ile kapanmıştır ve onun didarını görmeden açılmaz.”
Talebelerinden biri onu rüyasında görür. Merakla sorar: -Efendim, Allah-ü teâlâ size nasıl muamele etti?
-İlim ve marifet dolu sözlerimin hiçbir faydası olmadı. Sadece gece kıldığım namazlar imdadıma yetişti.
Kaynak:
Huzura Doğru


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #35 : 07 Mart 2012, 02:07:26 »
BU YÜZ ÇİĞNEMEYE DEĞİL ÖPÜLMEYE LAYIKTIR

Ebû Zerr Hazretleri anlatıyor:
Bir gün Bilal-i Habeşi ile sohbet ederken, bir mesele hakkında anlaşamayarak işi münakaşaya döktük. Bilal Hazretlerine:
Sen bundan ne anlarsın siyah kadının oğlu, diyerek hakaret ettim.
Hazreti Bilal bunu Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine söylemiş, Resulüllah beni huzuruna çağırdı. Hemen Efendimizin huzuruna koştum. Peygamberimiz bana:
- Sen rengi siyah diye Bilal'i küçük görmüş ona hakaret etmişsin. Doğru mu?
Ben çok maçup olmutum, utancımdan hiç bir şey söyleyemedim. Resulüllah devamla:
- Demek sende hala cahiliyyet devrinin adetlerinden eser var. Halbuki islamiyette insanın derisinin hiç bir ehemniyeti yok. İslamiyet ırk, renk, ve soy - sop farkını ortadan kaldırmıştır. Müslümanlıkta Allah'tan kim daha fazla korkarsa o öbüründen daha istindir. Sen bu hali nasıl işledin? Buyurdular.
Ben Resulüllah (s.a.s) efendimizin bu sözleri karşısında ziyadesiyle üzülmüş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Resulüllah'ın huzurundan ayrıldıktan sonra doğru doğru Bilal-i Habeşi Hazretlerinin evine gidip başımı evin eşiğine koydum:
- Ey Bilal, mübarek ayakların bu kaba başın üzerine basarak geçmedikçe kendimi affetmeyeceğim ve buradan ayrılmayacağım, dedim.
Biraz sonra Hazreti Bilal içeriden çıktı, beni tutarak kaldırdı ve bana :
- Ey kıymetli kardeşim ben seni affettim, Allah da affetsin. Bu yüz çiğnemeye değil öpülmeye layıktır dedi ve beni kucaklayarak içeri aldı.
Ben Bilal Hazretlerinin bu hareketine çok sevinmiştim. Bilal'in iki gözlerinden öptüm. Sevincimden gözlerim yaşarmıştı.


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #36 : 07 Mart 2012, 02:08:32 »
Baykuşlar ve Nuşirevan
Yeni Şafak
Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan tahta geçtiği ilk yıllarda, halka karşı o kadar zalim ve gaddarca davranmış, o kadar zevk-ü sefasına düşkünmüş ki, millet artık canından bıkar hale gelmiş, en ufak ses çıkaran olsa kellesi gidermiş. İşte bu zalim hükümdar Nuşirevan, bir gün maiyetiyle beraber ava çıkmıştı. Yanında gayet zeki bir de veziri vardı. Avlanırken bir ara diğerlerinden ayrılan hükümdar, yanında veziri olduğu halde bir suyun başına varıp atından indi ve bir müddet istirahata çekildi. Yeşillikler üzerinde otururlarken, iki baykuş gelip yakınlarına kondu ve ötmeye başladılar. Baykuşların o nağmeleri Nuşirevan'ın hoşuna gitmiş olacak ki, vezirine:
-İnsan şu kuşların dilinden anlasa da ne dediklerini bilse... Kimbilir bu kuşlar şimdi neler söylüyorlardır? dedi.
Vezirin, derdini anlatması için büyük fırsat doğmuştu:
-Sultanım ben bu kuşların ne dediklerini biliyorum. Eğer müsaade eder ve beni bağışlarsanız, bu kuşların ne söylediklerini size bildireyim, dedi.
Nuşirevan, hayretle:
-Gazabımdan emin olabilirsin, anlat, dedi.
Vezir:
-Sultanım affınıza sığınarak arzediyorum. Bu kuşların birisi, diğerinin kızını oğluna istiyor. Öbürü de; tabiiyeti icabı kızımı sana veririm, yalnız başlık parası olarak bir harabe isterim, diyor. Oğlanın babası ise bu halinden memnun vaziyette; deliye bak, Nuşirevan hükümdar olduğu müddetçe, ben sana bir değil on harabe veririm. Yeter ki sen kızı oğluma ver diyor. İşte padişahım kuşların konuştukları bundan ibarettir, dedi.
Nuşirevan vezirinden memnun olmuştu, ne demek istediğini anladı ve doğruca avdan sarayına dönerek, o andan itibaren hal ve vaziyetini tamamen değiştirdi. Öyle adil, öyle halkını gözetir oldu ki öleceği zaman Nuşirevan'ın memleketinde bir tane harabe kalmamış, her yer mâmur ve müreffeh olmuştu. Nerede o şuurlu idareciler, nerede o hükümdarlar?


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #37 : 07 Mart 2012, 02:09:04 »
ALIN TERİ
İmam Kazım (a.s) kendi tarlasında çalışmakla meşguldü. Fazla faaliyet İmamdın bütün vücundan terler akıtmıştı bu arada Ali ibni Ebi Hamza-i Bata ini geldi imamın yanına, ve o manzarayı görünce:
-     Kurban olayım, niçin bu işi başkalarına bırak mıyorsun? diye sordu.
-     Niçin başkalarına bırakayım? Halbuki benden daha üstün kişiler bile, daima bu gibi işlerle meşgul olmuşlardır.
-     Allah’ın elçisi, Emirülmü’minin ve bütün ecdadım. Esasen tarlada çalışmak ve ziraatla meşgul olmak Peygamberlerin, peygamber vasilerinin ve Allah’ın seçkin kullarının başta gelen, en önemli adetlerinden biridir.
 
 
 Bihar ul-Envar


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #38 : 07 Mart 2012, 02:10:09 »
Cennet Komşusu
Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemisti.
Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu.
Yolu bir mescide düştü.
İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu.
Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu.
Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu:
- Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım.
Öteki merakla sordu:
- Onu niçin cennete sokmayacakmışsın?
- Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi.
Gülüstüler.
Padisah kölesine:
- Bu mescidi ve adamları unutma! dedi.
Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı. İki fakiri alıp saraya getirdiler.
Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler.
- Burada yeyip, içip yatacak, padişahımıza dua edeceksiniz. Cennette size komşu olmasına karşı çıkmıyacaksınız, dediler.
Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi? Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:
"Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır."


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #39 : 07 Mart 2012, 02:12:17 »
Hızır Geliyor
Hoca, medresede ders verirken talebenin biri bazen ayağa kalkar. Hoca sebebini  sorar. Talebe:
- Efendim Hızır geliyor da ondan.
Hoca:
- Ben niçin göremem?
Talebe :
- Sorayım efendim, deyip tekrar geldiğinde sorar.
Hızır Aleyhisselam'ın:
- Hocan süsü ile çok uğraşıyor. Medreseye gelirken ayna önünde, cübbe sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazlameşgul oluyor. bu gibi haller manevi terakkiye manidir, buyurduğunu hocaya bildirdiği günden itibaren, ayna karşısına geçmeyi terkedip, süslenmekten uzak kalan hoca efendinin, sarığı eskiyip sallanmaya bvaşaldığından "Saçaklı Hoca" ismi verilmiştir. (Rahmetullahi Aleyh)
Terakk-i maneviye mani olan zinetten uzak kalmalı.
Hatıratım, Ali Erol

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #40 : 07 Mart 2012, 02:13:04 »
Hızır Olduğunu Söylerim
Ramazan... Cuma günü... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tük camiye girmekte. İmam kürsüde... Girenlerin arasında... O... Hızır... Hızır a.s. da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor... Hızır'ın yanına  kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş  dolmakta.
Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır a.s. adamı dürtüklüyor:
- Uyuyacaksın, der. Adam:
- Uyumam, beni rahat bırak.
Hızır a.s. ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek:
- Uyuyacaksın dedim, der. Adam:
- Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa, Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.
Hızır a.s. susar ve gözlerine kapar, boynunu büker Allah'a yönelerek:
- Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştirki bendeki listede bunun ismi yok.
Cevap gelir:
- Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...
Allah sevdiklerinden etsin... Sevmek, seviyorum demek bir iddia. İş sevilenlerden olmak...


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #41 : 07 Mart 2012, 02:13:56 »
Hızır ve Gelin
1930'lu yıllar. Rize. Anzer, halkın kendi tabiri ile Ancer. Dünyaca balı ile meşhur olan Ancer. Binlerce poleni ve şifayı içinde barındıran balıyla meşhur Ancer. Kış. Yaylacılık yapan Ancerlilerin bir kısmı aşağıya Rize'ye şehre inmemiş, kışlamışlar. Yazdan yığdıkları otlarıyla, mallarını kışdan çıkarıp, bahara eriştirmenin çabası içindeler. Evet hepsinin mal tabir ettiği koyunları, sığırları var, tektük birkaç tanesinin de kara kovanı var. Şifa niyetine ilaç niyetine küçük bir kavanozu dolduracak kadar balları olurdu çoğunun. O da kış  bitmeden tükenir giderdi.
Meryem. Lezgilerin kızı Meryem. Yeni  gelin, beyini gurbete Samsun'a göndermiş. O da o kış yaylada kışlamış. Sabaha kadar kar yağmıştır. Tam kürekle yolu açayım deyip, kapıya yönelmekte iken, kapısı çalınır. Kapıyı açari. İhtiyar bir adam selam verir ve:
- Kızım, ben Aşağı Ancerdenim, gelinim aş eriyor, canı bal çekti, Allah rızası için, bir  iki kaşık bal verirmisin?
Meryem gelin düşünmez bile, Allah rızası değil mi der, dibinde üç dört kaşık bal kalmış olan kavonozu getirir , onun da yarısını ihtiyar'a verir. İhtiyar:
- Allah razı olsun kızım, artsın eksilmesin der.
Meryem, kavanozu koymak için geri döner. Kavanozun ağzını kapatayım derken birde ne görsün, kavanoz ağzına kadar bal ile dolu. Meseleyi anlar, kapıya koşar, kar ile dolu yaylanın uçsuzluklarına bakar. Ne bir insan vardır ne de kar da bir iz. Gelen Hızırdır.
Aradan üç dört ay geçer, her gün bal yediği halde kavanoz her seferinde ağzına kadar bal ile doludur. Sırrını hiç  kimseye açmaz. Yaza doğru beyi gurbetten gelir. Beyine her öğün bal verir. Bal bitmez, hem ancer balı olacak, bütün kış kalacak birde her öğün kaşık kaşık yenecek, bal bitmeyecek. Beyini merak sarar, sorar, cevap alamaz. Beyi en sonunda:
- Ne olur beni  seviyorsan söyle ne oluyor. bunda bir iş var.
Meryem dayanamaz ve  ağzı kapalı kavonozu da alır ve olayı anlatır. Kavanozu açıp işte bak ağzına kadar dolu demek istediğinde bir de ne görsün?
Kavonozun dibinde iki kaşık bal kalmış.
Evet, gerçek yaşanmış  bir olay... Belki  sizin başınıza da geldi, belki  gelebilir. Meryem'in kavonozundaki  bal bitmeyecekti. Sizin de belki  cebinizdeki  araba parasını verdiğiniz bir ihtiyar ardından elinizi her cebinizdeki cüzdana attığınızda tükenmeyecek para... Ama sakın ha. Sakın ha. Hızır ile karşılaştığınızı ve sırrınızı kimseye söylemeyin....
"Bir Demet"


Çevrimdışı yildiray

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 6
Ynt: Menkıbeler
« Yanıtla #42 : 04 Eylül 2013, 17:16:01 »
Arkadaslar, Allah cc hepinizden razi olsun, Rabbim bu dunyada ve ahiret hayatinda,sizlere dert tasa yuzu
gostermesin. Insani,her turlu insani degerlerinden uzaklastirilmaya calisildigi  gunumuzde, boylesine muthis onem ve deger arz eden konular paylasilmiski, gercekten cok duygulandim. Ve cok begendim.
  Bu konularda yetenegi ve birikimi olan kardeslerimiz, Allah rizasi icin Paylasimlarina devam etsinler.