Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Sağlık Bilgileri

Başlatan müteallim, 20 Şubat 2005, 04:02:36

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Havaların ısınmasıyla birlikte günlük kullanımdaki ayakkabı tercihleri de değişiyor. Yaz aylarında şıklığı ve rahat olduğu düşünülerek sıfır topuk ayakkabılar tercih ediliyor. Uzmanlar, topuksuz ayakkabıların ayak sağlığını ciddi bir şekilde bozduğunu söylüyor.

Özellikle gelişimin devam ettiği küçük yaşlarda, hamilelik döneminde ve aşırı kilolu insanların topuksuz ayakkabı giymesinin düztabanlık ve varis gibi ayak rahatsızlıklarına sebep olabileceği belirtiliyor.

Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji El Cerrahisi Mikrocerrahi Uzmanı Prof. Dr. Ali Baktır, topuksuz ayakkabı giyenlerde ileriki yaşlarda ciddi sağlık problemleri görüldüğünü dile getirdi. Bayanların bir dönem vazgeçemediği 7-8 santime kadar varan uzun topuklu fantezi ayakkabıların yerini babet türü sıfır topuklu ayakkabılara bıraktığına değinen Prof. Dr. Baktır, çok uzun ve sıfır topuklu ayakkabıların insanların ayak sağlığını bozarak yaşam kalitesini olumsuz etkilediğini bildirdi.

Bayanlarda ideal topuk yükselikliğinin 4 santim, erkeklerde ise 2-3 santim olarak açıklayan Prof. Dr. Baktır, şunları söyledi: "İnsan fizyolojisine en uygun ayakkabı topuklu olandır. Çünkü vücudun tüm yükü ayaklar üzerine biner. Ayaklar; topuk, birinci tarak kemiği ve beşinci tarak kemiğinin başları olmak üzere üç nokta prensibiyle bu yükü taşır. Düztaban olan insanlarda bu kavis olmadığı için yük tamamen ayağı yere yapıştırır. Bu durum çabuk yorulmaya, ağrıların bacağa vurması ve varis gibi rahatsızlıklara sebep olur."

Gençlerin yanı sıra hamile ve kilolu bayanların sıfır topuk ayakkabıları çok fazla tercih ettiklerine dikkat çeken Prof. Dr. Baktır, hamile bayanların düztaban ve sonrasında varis olma riskinin çok daha yüksek olduğu uyarısında bulundu. Prof. Dr. Baktır, şu bilgileri verdi:

"Hamileliğin son döneminde salgılanan hormonla vücut yapısıyla birlikte ayaklardaki eklemler arası bağlar da esner. Bu dönemde topuksuz ayakkabı giyilmesi düztabanlığa yol açar. Düztabanlığın ileriki aşaması da varistir. Birçok insan varis ve ayak ağrılarından kurtulmak için doktor doktor gezmek zorunda kalıyor. Ancak bu ağrılara kendi elimizle zemin hazırladığımızın farkında bile değiliz."

zaman

Lika

Gıda mühendisleri, 'hafif tatlılar' grubunda yer alan dondurmanın yoğurt, süt ve peynir kadar besleyici olduğunu belirtiyor.


Çocukların kemik gelişimi, yetişkinlerin günlük kalori ihtiyacını karşılamak için dondurmanın yılın 12 ayı tüketilmesi gerektiğini belirten Gıda Yüksek Mühendisi Abdullah Badem, saf nar, portakal, limon, mandarin, elma, armut, muz, badem, ceviz, kivi, böğürtlen ve keçiboynuzu (harnup) karışımıyla yapılan dondurmanın gün boyu vücut direncini sağlam tutacağını ifade etti.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yıllık kişi başı dondurma tüketiminin 12,8 kilogram olduğunu bildiren Abdullah Badem, Türkiye'de ise son 4 yıldır bunun 900 gramı geçmediğini söyledi.

Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü bitirme ve yüksek lisansını 'Meyve Karışımlı Dondurma Yapımı ve Çocuklarda Kemik Gelişimine Katkıları' üzerine yaptığını hatırlatan Badem, AB ve İskandinav ülkeleri Danimarka, Norveç, İsveç, İzlanda ve Finlandiya'da Türkiye'de olduğu gibi yılın 6 ayı değil, 12 ay dondurmanın tüketildiğini kaydetti. Badem, "Ülkemizde maalesef dondurma tüketimi çok düşük. AB ülkelerinin tüketiminin yüzde 10'u kadar yok. Keçiboynuzu karışımlı dondurma çocuklarda kemik gelişimini güçlendiriyor. Kışın dondurmaya doğal usare (öz sulu) portakal, mandalina, greyfurt, mandarin, kivi, muz, limon ve keçi boynuzu katılırsa vücudun direnci kuvvetli olur ve çocuklar kolay kolay hastalanmaz. Finlandiya'nın yıllık kişi başı dondurma tüketimi 14,6, Norveç 13,8, Almanya 13.5, Hollanda 13,2, Belçika 13, Portekiz 12,5, Avusturya 12, İsviçre 11,5 ve Danimarka 11 kilogram. Yazın vücutta sıvı kaybına en iyi takviye dondurma ve bol bol su tüketme." diye konuştu.

Gıda Yüksek Mühendisi Harun Uran da dondurma tüketiminin 6 aydan 12 aya çıkartılması için toplumsal bilinç gerektiğini kaydetti. Uran, dondurmada A, C, D vitaminleri ile kalsiyum ve fosfor bulunduğunu ifade etti.

Diş Hekimi Ömer Yılmaz ise toplumda dondurma yiyen çocukların dişlerinin erken çürüdüğü düşüncesinin yanlış olduğunu söyledi. Dondurmanın çocukların kemik ve diş sağlığı için yararlı olduğunu belirten Yılmaz, anne ve babaların çocuklarının dondurma yedikten sonra dişlerini yumuşak bezle silmesi tavsiyesinde bulundu.




(CİHAN)
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Nev Bahar

Karanlıkta uyumak beynin melatonin hormonu salgılamasını sağlayarak kişiyi kanserden koruyor. Işıkta bu hormon salgılanmadığı için kanser hücreleri daha çabuk gelişiyor. Uzmanlar, "Gece lambası da olsa ışıktan kaçının." uyarısında bulunuyor.

Bulguyu destekleyen Dünya Sağlık Örgütü, gece çalışmayı 'muhtemel kanserojen etkisi bulunanlar' listesine dahil etti. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi ise gece aydınlatmalarının zararlarını anlatmak için hazırladığı raporda melatonin hormonunun önemini vurguluyor.

Raporun önümüzdeki günlerde bütün belediyelere gönderileceğini açıklayan Kanserle Savaş Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, "Belediyelere, sağlığımız için 'gereksiz aydınlatmayla karanlığımızı kısmayın' çağrısında bulunacağız." dedi. Konuyu görüşmek üzere önümüzdeki hafta Ulusal Kanser Danışma Kurulu toplanacak. Buradan çıkan sonuç bildirgesinde yeterli aydınlanma dışındaki ışığın gece insan sağlığına zararlı olduğu mesajı verilecek. Şehirlerdeki bilinçsiz gece aydınlatmaları ve bunun insan sağlığı üzerindeki etkilerine yer verilecek. Belediyelerden şehir merkezlerini ayrı, yerleşim yerlerini ayrı aydınlatmaları istenecek. Sokak lambalarının sadece aşağıya ışık vermesi, evlere yansıtılmaması gerektiği aktarılacak. Rapor Enerji Bakanlığı'na da gönderilecek.

Melatonin hormonu saat 23.00 ile 05.00 arasında tam olarak salgılanıyor. Bu saatler arasında karanlıkta uyunduğunda hormon, hücreleri yeniliyor. Bağışık sistemini düzenliyor. Vücudun biyolojik saatini koruyor, ritmini ayarlıyor. Üreme sistemini geliştiriyor. En önemlisi kanserli hücrelere karşı koruma sağlıyor. Görme engellilerin kansere daha az yakalanması bu durumu destekliyor. Bu sebeple çocukların gece kesinlikle ışıkta uyutulmaması gerekiyor.

Sağlığınız için bunlara dikkat edin

Gece mutlaka karanlık ortamda uyuyun.

Gece lambası kullanmayın. Zaruriyse solgun kırmızı ışık olanları tercih edin.

Erken yatarak hücreleri yenileyen melatonin hormonunun tam salgılanmasını sağlayın.

Televizyon karşısında uyumayın.

Akşam çalışmalarınızı mümkünse gündüze kaydırın.

Vişne, lahana, badem gibi melatoninden zengin besinler tüketin.

Çağlar Avcı
Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

İsra


Çocuğunuzu elinde bir avuç toprak keyifle yeren görseniz neler hissedersiniz? Günümüzde birçok anne bu sorundan mustarip. Toprak yemenin tek nedeni ise kansızlık.

Pekçok nedene bağlı olarak gelişen kansızlıkta çocukların bu eksikliği gidermek için bilinçsizce başvurduklarını yollardan biri de toprak yemek. Dr. Semih Songür, çocuklarda kansızlığın bir çok sebebinin bulunmasına rağmen en sık görülen nedenin demir eksikliği olduğunu söyledi.

Demir eksikliğine yol açan nedenlerin ise yeterli ve dengeli beslenememe yüzünden yetersiz demir alımı olduğunu kaydeden Songür, “Hızlı büyüme sebebiyle demir ihtiyacı artar. Eğer yeterli derecede demir içeren gıdalar tüketilmezse kansızlık ortaya çıkar. Kansızlığın bir başka sebebi ise kan kaybı va parazitlerdir.” dedi.

BELİRTİLERİ

Kansızlığın bir çok belirtisi olduğunu dile getiren Songür bunları şöyle sıraladı: “Hafif solukluk dışında bir belirti vermeyebilir. Ancak kan analizleri sonucu kansızlık saptanabilir.

Kansızlık belirgin ise solukluk, halsizlik, huzursuzluk, iştahsızlık, çabuk yorulma, oturma, emekleme ve yürümekte gecikme, öğrenmede güçlük, davranış bozuklukları, ateşli hastalıklara yatkınlık, huysuzluk belirtileri görübelir. Bunun yanında toprak yeme gibi bariz belirtiler de ortaya çıkabilir.”

KANSIZLIĞI ÖNLEME YOLLARI

Dr. Semih Songür, kansızlığın önüne geçmek için bebeğin ilk 6 ay anne sütü ile beslenmesinin çok önemli olduğunun altını çizerek, “İlk iki üç aydan sonra doktor kontrolünde ek demir içeren damla verilebilir. Gelişme çağındaki çocuklar ise dengeli beslenmelidir. Demir içeriği zengin süt, kırmızı et, yumurta, balık, kuru fasülye, kuru kayısı, incir, ceviz, fındık gibi gıdalar bol bol tüketilmelidir.

İnek sütü tüketimi günlük yarım litreyi geçmemelidir. Katkısız portakal suyu, limonata gibi C vitamini içeren besinler de demir emilinimi artırır. Çocuklar zaten bu yaz günlerinde limonata ve meyve sularını severek tüketir. Buna karşın çay ve kahve gibi içecekler de demir emilinimi azaltır. Bu sebeple çocuklara çay ve kahve verilmemelidir” dedi.

Bugün





İsra

Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Turgut Özal Tıp Merkezi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selim Doğanay, göz tansiyonu (glokom) konusunda yaptığı açıklamada vatandaşları uyardı.

Prof. Dr. Selim Doğanay, "Göz tansiyon yüksekliği, görme sinirinin tahribine yol açan sinsi bir hastalıktır. Dünya genelinde körlüğe yol açan en önemli ilk üç hastalık arasında gösterilmekte olup, körlük oluştuktan sonra tedavisi mümkün olamamaktadır. Bu nedenle glokom hastalığının erken teşhis edilmesi göz sağlığı açısından hayatidir. Her yıl özellikle ailesinde göz tansiyonu hikayesi olan kişiler, düzenli göz muayenesi olmalıdır.

Dünya genelinde üç milyon kişi göz tansiyonu nedeni ile görememektedir. Yaklaşık 100 milyon kişinin artmış göz içi basıncı vardır ve yıllık ortalama 2,4 milyon kişi glokom teşhisi almaktadır" dedi.

Prof. Dr. Doğanay, göz tansiyonu belirtilerini, "Zaman zaman bulanık görme, sabahları belirginleşen baş ağrıları, geceleri ışıkların etrafında ışıklı halkalar görülmesi, göz etrafında ağrı, bulantı-kusma" şeklinde sıraladı.

Doğanay, göz tansiyon riskini arttıran faktörleri de şöyle sıraladı:

"35 yaşın üzerinde olma, ailede göz tansiyon yüksekliği öyküsünün olması (genetik yatkınlık), şeker hastalığı, şiddetli kansızlık, yüksek veya düşük vücut tansiyonu, yüksek miyopi, yüksek hipermetropi, migren, uzun süreli kortizon tedavisi, geçirilmiş göz yaralanması. Bu özelliklere sahip kişilerde, göz tansiyonu hastalığının ortaya çıkma riski normalden daha yüksek olduğu için, bu kişilerin görme sinirindeki hasarın erken tespiti amacıyla düzenli olarak göz muayenelerini yaptırmaları gereklidir."

Timetürk

İsra

İnsanlar duygularını, üzüntülerini, sevinçlerini, korkularını bazen dışarıya ağlayarak yansıtırlar.

Ağlamanın nedenlerini araştıran bilim adamları insanların neden ağladığı sorusunu şöyle yanıtlıyorlar:

3 farklı tür gözyaşı üretiyoruz.

Temel gözyaşı göz küresini yağlıyor ve onu kayganlaştırır. Bu gözyaşları bir günde sürekli olarak yaklaşık 300 mililitre üretiliyor.

Refleks gözyaşları fiziksel veya kimyasal uyarana karşı tepki olarak üretiliyor ve tahriş eden nesneleri gözyaşlarıyla uzaklaştırıyor.

Üçüncü tür gözyaşı ise duygularımızın yoğunluğuna bağlı olarak oluşuyor. Bu gözyaşı bezlerine nörotransmiter gönderen beyinde bulunan kraniyal siniri harekete geçiriyor. Bu aynı zamanda gözyaşının akışını artırmak için hazır bulunan yüzdeki kan basıncını artırıyor.

Duygusal gözyaşları yüksek seviyede manganez ve prolaktin (normalde insanlarda süt üretmek için mamal bezleri harekete geçiren) hormonu içeriyor. Ağlamak bizi içimizdeki endişelerden uzaklaştırır. Ağladıktan sonra ferahlar, içimizdeki kargaşayı akışına bırakır ve dikkatimizi zihinden uzaklaştırıp fiziksel olana odaklarız.

populergazete.com

İsra

Gün içerisinde kişide meydana gelebilecek küçük bir kanama sebebiyle toplumun ortak kullandığı alandaki eşyalara bulaşan kan lekesi, dönüşü olmayan bulaşıcı hastalıklara sebep olabiliyor. Uzmanlar, kendisinde bulaşıcı hiçbir hastalığın olmadığını iddia edenlerin bile bu tür kanamalarda etrafa kan lekesi bulaştırmaması gerektiğini söylüyor.

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve Viral Hepatitle Savaşım Derneği (VHSD) Bölge Temsilcisi Prof. Dr. Yusuf Özbal, önemsenmeyen küçük bir kanama ve etrafa bulaştırılan kan lekesinin büyük tehlike oluşturduğunu açıkladı. Prof. Dr. Yusuf Özbal, bulaşıcı sarılık mikrobunun, başta kan ve kan ürünleri ile cinsel ilişki olmak üzere tükürük, vajinal salgı, ter, gözyaşı gibi vücut sıvılarıyla da bulaştığına işaret etti.

Bulaşıcı sarılığın tıbbın son 30 yıldır üzerinde en çok çalıştığı konuların başında geldiğini anlatan Özbal, dünyada yaklaşık 2 milyar kişinin bulaşıcı sarılık mikrobunu almış olduğunu söyledi. Özbal, bu hastalıktan her yıl 1-2 milyon insanın hayatını kaybettiğini belirterek, bulaşıcı sarılık mikrobunun, kolay bulaşan ve çok dayanıklı bir virüs olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Özbal, öksürürken ağzın kapatılması, hapşırma ve tıksırmada elin ağza kapatılması ve mutlaka yıkanması gerektiğini belirtti.

zaman

Nev Bahar

#307
Havaların ısınmasıyla birlikte böceklerin doğada daha fazla görünmeye başladığı, bu nedenle özellikle alerjik kişilerin böcek sokmalarına karşı dikkatli olması gerektiği bildirildi.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi bünyesindeki “Uludağ Zehir Danışma Merkezi”nin sorumlusu Prof. Dr. Gürayten Özyurt, yaptığı açıklamada, havaların ısınmasıyla ortaya çıkan böceklerin zaman zaman insanları sokabildiklerini belirterek, böcek sokmalarının çoğu kez verdiği kaşıntı dışında zararsız olduğunu söyledi. Böcek sokmalarının alerjisi olan kişilerde bazı önemli sorunlara neden olabildiğine ifade eden Özyurt, bu tür vakalarda ortaya çıkan reaksiyonların kişiden kişiye farklılıklar gösterdiğine, özellikle arı sokmalarının insanlarda önemli sağlık problemleri yaratabildiğine dikkati çekti.

EŞEK ARISI ÖLÜME NEDEN OLABİLİR

Prof. Dr. Özyurt, özellikle halk arasında “eşek arısı” olarak bilinen yaban arısının sokması durumunda alerjik kişilerde “anafilaksi” denilen şuur kaybı, tansiyon düşüklüğü ve karakterize ciddi alerjik reaksiyon görülebileceğini, hemen tedavi edilmediği durumlarda anafilaksinin kalp durması ve ölüme neden olabildiğini vurguladı. Bu durumla karşılaşıldığında, zaman geçirilmeden bir sağlık kuruluşuna gidilmesi gerektiğine işaret eden Özyurt, “özellikle alerjik kişiler yaz aylarında böcek sokmalarına karşı daha dikkatli olmalıdır” dedi.

SU VE SABUN EN ETKiLiSi

Özyurt, arıların dışında birçok böcek ve canlı türünün de insanları sokabildiğini dile getirerek, şöyle konuştu: “Böcek sokmalarında, ısırılan bölgede kızarıklık, şişme, ağrı ve kaşıntı gibi belirtiler ortaya çıkar. Bölgenin su ve sabunla yıkanması en basit ve etkili tedavidir. Buz uygulaması da şişliği ve ağrıyı azaltabilir. Ayrıca antihistaminik kremler kullanılabilir. Ciddi bir durumda mutlaka doktora gidilmelidir. Halk arasında böcek sokmalarından sonra o bölgeye çamur gibi çeşitli maddeler sürülüyor. Bu son derece yanlıştır ve mikrobik olayların artmasına neden olur.”

Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

İsra

Ağırlık olarak kafamızı yüklenen boynumuz, günlük yaşamımızın getirdiği duygusal streslere, uygun olmayan tutuş biçimlerine, aşırı kiloya ve kazalar gibi etkenlere açık hassas bir bölgemizdir.

Boyun ağrısının birçok nedeni olabilir. Boyun ağrısı ağrı kesici, esnetme egzersizleri ile sıcak ve soğuk tedavi uygulanmasıyla tedavi edilebilse de önemli olan boyun ağrısının arkasında yatan nedeni bilmektir.

Amerikan Ulusal Sağlık Kütüphanesi, boyun ağrısını tetikleyen durumların listesini hazırladı:

- Boyun kaslarınızı germe.

- Uzun süreli oturma.

- Kitap okurken, çalışırken ya da televizyon izleme gibi aktivitelerle meşgul olurken boynunuzun kötü duruşu.

- Uygunsuz yerleştirilmiş bilgisayar ekranını izlemek için boynu germek.

- Alıştığınız şekilde uyumamak.

- Spor yaparken boyun kaslarınızı incitmek.

- Eklem iltihabı, fıtığa dönüşmüş disk, nadiren de menenjit gibi sağlık sorunları boyun ağrısına neden oluyor.

Zaman

Nev Bahar

Alpaslan, ağız kanserinin geç teşhis edilmesi durumunda, hastaların yüzde 80'inin ilk 5 yıl içinde hayatını kaybetti  .

Alpaslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ağız kanserlerinin de en az diğer kanser türleri kadar tehlikeli olduğunu söyledi.

Haziran ayında Paris'te düzenlenen ''Ağız Kanserinin Önlenmesi, Erken Teşhisi ve Diş Hekimlerinin Sorumluluğu'' başlıklı konferansta, Türkiye'yi temsil eden Alpaslan, ağız kanserlerinin tüm kanserler içerisinde dünyada 12. sırada olduğunu anlattı.

Alpaslan, ağız kanserlerinin toplumda çok iyi bilinmediğini, bu nedenle farkındalığın artırılması, diş hekimlerinin rutin muayenelerde mutlaka ağız kanseri bulgularına da bakması gerektiğini ifade ederek, bu konuda hem hekimlerin hem de hastaların yeteri kadar duyarlı olmadığını savundu.

Ağız kanserlerinin, diş hekimliği eğitimlerinde müfredatta olan bir konu olmasına rağmen, eğitim dönemi sonrasında çok fazla dikkat edilmediği yönünde eleştiride bulunan Alpaslan, ''Maalesef pek çok diş hekimi, hastalarına ağız kanseri muayenesi yapmıyor, bunu rutin kontrollerde takip edilmesi gereken bir durum gibi algılamıyor'' dedi.

Alpaslan, bu durumun sadece Türkiye'ye özgü olmadığını, tüm dünyada göz ardı edildiğini ifade etti.

Ağız kanserinin çok bilinmediği için bulguların göz ardı edildiği ve hekime gelinmediği için tanı ve tedaviye geç kalındığını dile getiren Alpaslan, ''2008'de yapılan bir araştırmaya göre, Türk toplumunun yüzde 70'i ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmiyor. Ağız kanseri hakkında bilgi sahibi olanların oranı sadece yüzde 5. Katılımcıların yüzde 25'i de bu konuda bir kulak dolgunluğu olduğunu ancak ayrıntılı bir şey bilmediklerini belirtiyor'' diye konuştu.

-AĞIZ İÇİNDE GÖRÜLEN YARALARA DİKKAT-

Alpaslan, ağız kanserinin dil, dudak, ağız tabanı, yanaklarda, diş etinde ve boğazda görülebildiğini vurgulayarak, ''Bu bölgelerde 14 gün boyunca iyileşmeyen yaralar en önemli göstergesidir'' dedi.

Bulguların yara ya da kitle şeklinde olabildiğini anlatan Alpaslan, şunları kaydetti:

''Bu bulgular, gözle görülebilen, kolay fark edilebilen bulgulardır. Bu bölgelerde kızarıklık, şişlik olabilir, ağızda beyaz plaklar ya da kırmızı lekeler şeklinde lezyonlar görülebilir. Bunlar, zaman içinde kansere dönüşme eğilimindedir. Ağız içinde kanama, kötü koku, dişlerde sallanma, yutma zorluğu, ağrı gibi belirtiler mutlaka önemsenmelidir. Bunlar, ağız kanserinin habercisi olabilir.

Bu nedenle, ağız temizliği yapılırken, bu tür belirtilere dikkat edilmeli. Her gün fark edilen bulgularda değişiklik olup olmadığı kontrol edilmeli, mutlaka vakit kaybetmeden diş hekimine başvurulmalı ve gerekli görüldüğünde o bölgeden bir parça alınarak biyopsi yaptırılmalı.''

Alpaslan, belirtilerin başlangıçta ağrıya neden olmadığı için önemsenmediğini ve bu nedenle de hekime geç gidildiğini ifade ederek, ''Ağız kanseri geç teşhis edildiğinde hastaların yüzde 80'i ilk 5 yıl içinde hayatını kaybediyor. Yani 5 yıllık sağ kalım oranı, yüzde 20'ye kadar düşüyor'' diye konuştu.

-''YILDA BİR KAZ AĞIZ KANSERİ MUAYENESİ YAPTIRILMALI''-

Alkol ve sigara tüketiminin çok önemli risk faktörü olduğunu anlatan Alpaslan, ağız hijyenine özen göstermeyen kişilerde de bulguların diğer kişilerden daha geç fark edildiğini söyledi.

Kanserin her geçen gün gençlerde de görülme sıklığının arttığını, bu nedenle tüm yaş gruplarının temkinli olmasını gerektiğini ifade eden Alpaslan, kişilerin yılda bir kez mutlaka ağız muayenesi yaptırması gerektiğini bildirdi.

Yeşim Sert Karaaslan
AA
Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

Nev Bahar

Türkiye'de üretilen tarımsal ürünlerin besin ögelerinin ileri laboratuvar analiz teknikleriyle belirleneceği proje sayesinde elde edilecek verilerin, ulusal sağlıklı ve dengeli beslenme programının oluşturulmasında kullanılabileceği bildirildi.

TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Gıda Enstitüsünden Uzman Araştırmacı Gül Löker, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ile yürüttükleri ''Ulusal Gıda Kompozisyonunun Belirlenmesi ve Yaygın Sürekli Paylaşım Sisteminin Oluşturulması Projesi''yle Türkiye'de üretilen tarımsal ürünlerin protein, yağ, karbonhidrat, vitaminler, mineraller, amino asitler, yağ asitleri gibi besin ögeleri bileşimlerinin ileri laboratuvar analizleri ile belirlenmesine yönelik veri üretme, kullanma, yönetmeyi içeren, sürekliliği bulunan özgün, ulusal bir sistemin oluşturulmasının hedeflendiğini belirtti.

Toplumun yaşam kalitesini artırmak amacıyla sağlık ve beslenme durumunun belirlenmesi, buna bağlı ulusal beslenme programlarının oluşturulmasının vazgeçilmez bir gereksinim olduğunu ifade eden Löker, sağlıklı ve dengeli beslenmenin doğru gıdaların doğru miktarlarda alınmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı.

Gıdaların bileşimlerinin, üretim koşulları, coğrafik özellikler, hasat, taşıma, depolama, işleme, tüketim koşulları gibi çeşitli faktörden etkilendiğine dikkati çeken Löker, Kamu Araştırmaları Grubu (KAMAG) tarafından desteklenen projeyle söz konusu konuların değerlendirilerek veri tabanı oluşturulacağını dile getirdi.

Klinik ve biyokimyasal bulgularla destekli bilimsel araştırmaların, beslenme düzeyi ile toplumsal gelişme arasındaki doğrusal ilişkileri ortaya koyduğuna işaret eden Löker, şunları söyledi:

''Beslenme ile bedensel gelişimin yanı sıra zihinsel gelişim ve başarı arasında da önemli korelasyonların bulunduğu vurgulanmaktadır. Sağlıklı ve aktif bir yaşam için bireylerin gereksinimlerini karşılayacak düzeylerde besin ögelerini düzenli olarak almaları gerekir. Bu gereklilik bireye ve çevre koşullarına bağlı olarak değişir. Besin ögeleri gereksinimleri karşılanamadığı durumlarda yetersiz beslenme söz konusu olmakta, buna bağlı olarak toplumun sağlığı, performansı olumsuz yönde etkilenebilmektedir.

Sağlıklı yaşam için elzem olan vitaminler ve mineraller vücutta çok düşük miktarlarda bulunan, ancak hayati işlevler gören besin ögeleridir. Bu besin ögelerinin herhangi birinin vücuda alınamadığı durumlarda o besin ögesinin yardımcı olduğu kimyasal tepkime yürümemekte, büyüme ve vücut çalışmalarında aksamalar meydana gelebilmektedir. Gıdalarda değişik düzeylerde bulunan, normal büyüme ve yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli vitaminlerin temel kaynakları sebze, meyvelerdir. Taze sebze ve meyvelerin temini her koşulda mümkün olmadığı gibi hazırlama, pişirme ve saklama süreçlerinde uygulanan işlemler de vitaminlerin kaybına neden olabilmektedir.''

Bireyin sağlıklı olarak yaşamını sürdürmesi için gerekli minerallerin, kemik ve diş sağlığı, bağışıklık sisteminin güçlenmesi, vücut sıvılarının elektrolit dengesi ve asit baz dengesini sağladığını bildiren Löker, hayvansal kaynaklı gıdalarla vücuda alınan minerallerin emiliminin yüksek, bitkisel kaynaklı besinlerle alınan minerallerin ise emiliminin düşük olduğunu, ancak dengeli, bilimsel olarak düzenlenmiş beslenme programları ile gereksinimlerin karşılanmasının mümkün olabildiğini kaydetti.

-ULUSAL BESLENME PROGRAMI ŞART-

Gıda kompozisyon veritabanlarının gıdaların besin ögeleri bileşimlerini detaylı olarak veren dokümanlar olduğunu, bu dokümanlar sayesinde belirli ekolojik bölgelerdeki bitkisel ve hayvansal esaslı tarımsal ürünlerin bileşimlerinin ileri laboratuvar analiz teknikleri ile sistematik olarak belirlendiğini ve kullanıma sunulduğunu anlatan Löker, şöyle devam etti:

''Toplumun yaşam kalitesini artırmak amacıyla sağlık ve beslenme durumunun belirlenmesi, buna bağlı ulusal beslenme programlarının oluşturulması sağlıklı ve üretken toplumlar için vazgeçilmez bir gereksinimdir. Üretilen bilgilerden tüketici başta olmak üzere Ar-Ge, tarım, gıda, beslenme, sağlık, üretim, toplu tüketim, çevre ile ithalat, ihracat gibi pek çok sektör doğrudan faydalanır. İlgili sektörlerde ulusal politika ve planlar oluşturulur. Çalışma pek çok farklı disiplindeki araştırmacıyı bir araya getirir. Dünyada gelişmiş pek çok ülkenin gıda kompozisyon dokümanları yazılı veya elektronik ortamda bulunmaktadır.''

-GELENEKSEL ÜRÜNLER İÇİN TESCİL-

Gül Löker, proje kapsamında, Türkiye'ye özgü pekmez, pestil, cezerye, lokum, baklava gibi bazı geleneksel gıdaların da yapım teknikleri ve bileşimlerinin belirleneceğini, bu ürünler için tescil alınması yönünde çalışmalar yapılacağını bildirdi.

Löker, şunları kaydetti:

''Böylece geleneksel ürünlerimizin uluslararası platformda layık olduğu yeri bulması ve kültürel korunumuna katkıda bulunulacak. Uzman ekipler tarafından yapılacak çalışmada ürünler, mevcut ulusal ve uluslararası mevzuatlar, sanayiye aktarımdaki kolaylıklar, uluslararası pazardaki rekabet gibi çeşitli faktörler göz önünde bulundurularak belirlenecek. Böylece KOBİ'lerin uluslararası pazardaki rekabet gücünün artırılması yönünde destek verilebilecek, ayrıca yeni araştırma projeleri için de alt yapı oluşturulabilecek.

Projeden elde edilecek veriler 'Ulusal Sağlıklı ve Dengeli Beslenme Programımızın' oluşturulmasında doğrudan kullanılabilecek. İleri laboratuvar analiz teknikleri kullanılarak veri üretme, veri kullanma ve yönetmeyi içeren sistem çerçevesinde proje ortağı laboratuvarlarda analiz yöntem birlikteliği sağlanacak. Kurulacak kalite indeksi kapsamında bugüne değin ülkemizde üretilen, tüketilen gıdalarla ilgili yapılmış gıda kompozisyon konulu yayınlanabilir araştırma sonuçları da değerlendirilerek arşiv veri tabanı oluşturulacak.

-TÜKETİCİ ÜRÜNLERLE İLGİLİ DOĞRU BİLGİYE ULAŞACAK-

''Ulusal gıda kompozisyon veri tabanı''nın da ulusal ve uluslararası kullanıma ücretsiz olarak açılacağını bildiren Löker, ''Proje kapsamında 'temeli atılmış veri tabanının projesi' tamamlanmadıktan sonra da sürdürülebilirliği, 'sektör marka üyeliği' kapsamında gerçekleştirilecek. Planlanan uygulamaya göre, gıda firmaları ürün bazında portala üye olabilecekler, elde edilen üyelik bedelleri kurulmuş sistemin sürekliliğinin sağlanmasında kullanılacak. Sektör marka üyeliğiyle veri tabanında yer alan ürünlerin sektörde otokontrolün sağlanması, tüketicinin ürünlerle ilgili doğru bilgiye ulaşması yönünde yarar sağlayacağı düşünülmektedir. Veri tabanının uluslararası linklerle kullanıcılara açık olması sektör markalarımızın uluslararası pazarda rekabet gücünün artmasına ve ülkemizin uluslararası gıda pazarındaki payının artmasına destek olabilecek'' diye konuştu.

Araştırma sonuçlarının tüketici başta olmak üzere Ar-Ge, tarım, gıda, beslenme, sağlık, üretim, toplu tüketim ile ithalat, ihracat gibi pek çok sektörün kullanımına sunulacağı ve konuyla ilgili bilimsel çalışmalara ışık tutacak, ulusal Ar-Ge alt yapısının güçlenmesinde önemli bir rol oynayacağına işaret eden Löker, 2012'de bitirilecek projeyle ilgili şunları kaydetti:

''Ulusal kalkınma planlarında esas alınacak özgün araştırma sonuçları uluslararası düzeyde yapılmakta olan pek çok tarım, gıda, beslenme, sağlık araştırmasında Türkiye'yi temsil edeceği, sadece ulusal değil başta komşu ve yoğun olarak ihracat yaptığımız ülkeler ile yakın gelecekte üyesi olmayı planladığımız AB ülkeleri için de faydalı olacağı düşünülmektedir.''

Murat Kaban
AA
Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

Ay Iıığı

Dil, dudak, ağız tabanı, yanak, diş eti ve boğazlardaki yaraları lütfen önemseyin!

Gazi Üniversitesi (GÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş, Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cansu Alpaslan, ağız kanserlerinin de en az diğer kanser türleri kadar tehlikeli olduğunu söyledi.

Haziran ayında Paris'te düzenlenen ''Ağız Kanserinin Önlenmesi, Erken Teşhisi ve Diş Hekimlerinin Sorumluluğu'' başlıklı konferansta, Türkiye'yi temsil eden Alpaslan, ağız kanserlerinin tüm kanserler içerisinde dünyada 12. sırada olduğunu anlattı.

Alpaslan, ağız kanserlerinin toplumda çok iyi bilinmediğini, bu nedenle farkındalığın artırılması, diş hekimlerinin rutin muayenelerde mutlaka ağız kanseri bulgularına da bakması gerektiğini ifade ederek, bu konuda hem hekimlerin hem de hastaların yeteri kadar duyarlı olmadığını savundu.

DİŞ HEKİMLERİNİN RUTİN KONTROL YAPMASI LAZIM

Ağız kanserlerinin, diş hekimliği eğitimlerinde müfredatta olan bir konu olmasına rağmen, eğitim dönemi sonrasında çok fazla dikkat edilmediği yönünde eleştiride bulunan Alpaslan, ''Maalesef pek çok diş hekimi, hastalarına ağız kanseri muayenesi yapmıyor, bunu rutin kontrollerde takip edilmesi gereken bir durum gibi algılamıyor'' dedi.

Alpaslan, bu durumun sadece Türkiye'ye özgü olmadığını, tüm dünyada göz ardı edildiğini ifade etti. Ağız kanserinin çok bilinmediği için bulguların göz ardı edildiği ve hekime gelinmediği için tanı ve tedaviye geç kalındığını dile getiren Alpaslan, ''2008'de yapılan bir araştırmaya göre, Türk toplumunun yüzde 70'i ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmiyor. Ağız kanseri hakkında bilgi sahibi olanların oranı sadece yüzde 5. Katılımcıların yüzde 25'i de bu konuda bir kulak dolgunluğu olduğunu ancak ayrıntılı bir şey bilmediklerini belirtiyor'' diye konuştu.

AĞIZ İÇİNDE GÖRÜLEN YARALARA DİKKAT

Alpaslan, ağız kanserinin dil, dudak, ağız tabanı, yanaklarda, diş etinde ve boğazda görülebildiğini vurgulayarak, ''Bu bölgelerde 14 gün boyunca iyileşmeyen yaralar en önemli göstergesidir'' dedi. Bulguların yara ya da kitle şeklinde olabildiğini anlatan Alpaslan, şunları kaydetti:

''Bu bulgular, gözle görülebilen, kolay fark edilebilen bulgulardır. Bu bölgelerde kızarıklık, şişlik olabilir, ağızda beyaz plaklar ya da kırmızı lekeler şeklinde lezyonlar görülebilir. Bunlar, zaman içinde kansere dönüşme eğilimindedir. Ağız içinde kanama, kötü koku, dişlerde sallanma, yutma zorluğu, ağrı gibi belirtiler mutlaka önemsenmelidir. Bunlar, ağız kanserinin habercisi olabilir.

Bu nedenle, ağız temizliği yapılırken, bu tür belirtilere dikkat edilmeli. Her gün fark edilen bulgularda değişiklik olup olmadığı kontrol edilmeli, mutlaka vakit kaybetmeden diş hekimine başvurulmalı ve gerekli görüldüğünde o bölgeden bir parça alınarak biyopsi yaptırılmalı.''

Alpaslan, belirtilerin başlangıçta ağrıya neden olmadığı için önemsenmediğini ve bu nedenle de hekime geç gidildiğini ifade ederek, ''Ağız kanseri geç teşhis edildiğinde hastaların yüzde 80'i ilk 5 yıl içinde hayatını kaybediyor. Yani 5 yıllık sağ kalım oranı, yüzde 20'ye kadar düşüyor'' diye konuştu.

YILDA BİR KAZ AĞIZ KANSERİ MUAYENESİ YAPTIRILMALI

Alkol ve sigara tüketiminin çok önemli risk faktörü olduğunu anlatan Alpaslan, ağız hijyenine özen göstermeyen kişilerde de bulguların diğer kişilerden daha geç fark edildiğini söyledi. Kanserin her geçen gün gençlerde de görülme sıklığının arttığını, bu nedenle tüm yaş gruplarının temkinli olmasını gerektiğini ifade eden Alpaslan, kişilerin yılda bir kez mutlaka ağız muayenesi yaptırması gerektiğini bildirdi.

Haber Aktüel

Lika

ABD'li bilim adamlarına göre bilgisayar başında geçirilen uzun ve sağlıksız saatler, 9 binden fazla rahatsızlığa sebep oluyor. Ohio eyaletindeki Nationwide Çocuk Hastanesi doktorlarından Lara B. McKenzie, başlıca rahatsızlığın sırt ağrısı ile bileklerde karıncalanma, uyuşma gibi belirtilerle kendini gösteren 'karpal tüneli sendromu' olduğunu söyledi.

Son 13 yılda ABD'de, yaşları 1 ile 83 arasında değişen 75 bin kişi, benzer sorunlar sebebiyle tedavi gördü. Özellikle çocukların risk altında olduğuna dikkat çeken McKenzie, küçüklerin büyük koltuklara oturmamaları ve elektrikli aksamdan uzak tutulması gerektiğini aktardı.

ZAMAN
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Lika

Vücudumuzda her santimetrekarede yaklaşık 100 adet olacak şekilde 2,5 milyon ter bezi yerleştirilmiştir.

Terleme, vücut sıcaklığının istenilen aralıkta kalması ve rahatlığının sağlanabilmesi için yapılan bir dengeleme faaliyetidir. Vücudun son derece sağlıklı bir tepkisidir. Sıcak bir yere girildiğinde ısı dengesini sağlamak için vücudun bazı mekanizmaları devreye sokulur ve termostat gibi çalıştırılan sistemle vücut sıcaklığımız dengelenir.

Normalde kokusuz olan ter, yağ bezlerinin salgısı ve cildimizde tabii olarak bulunan bakterilerin çeşitli şekillerde bir araya gelmesiyle kokulu hale gelir. İnsanlar genellikle kokusu sebebiyle terden şikâyet eder. Hatta terlemeyi engellemeye çalışırlar. Oysaki terlemeyi engellemek için koltuk altına uygulanan kozmetik ürünler, ter bezleri açıklıklarının kapanmasına sebep olur. Bu da vücudumuzdan uzaklaştırılması gereken zararlı maddelerin içerde kalmasına ve vücudun zarar görmesine yol açar.

Ter kokularından kurtulmanın en sağlıklı yolu, sık sık yıkanmaktır. Ayrıca arka arkaya terleme durumlarında yıkanılmadığı durumlarında yıkanılmadığı zaman, ter ile dışarı atılan toksik maddeler, vücut tarafından tekrar geri emilir.Terlemek, bir savunma mekanizması olduğundan teri engellemeye çalışmak, bilhassa yaz aylarında güneş çarpması riskini arttırır.

zaman
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

setre

Ter hasta etmiyorda terliyken açık olan camların yaptığı cereyan ve klimaların soğuğu vücudun dengesini sarsıyor diye düşünüyorum, bunuda dışarıda ve toplu ortamlarda engellemek mümkün değil sanırım.  e58))

Hep ertelediğim zaman,bir türlü varamadığım diyardı...